Hayat önümüzden geçip giderken 15 yaşında bir genç olarak 18 olmayı, 25 yaşında bir birey olarak 18 olmayı arzuluyoruz. Bu çok farklı değil. Sen de öylesin, ben de öyleyim, herkes öyle. Hep yapamadıklarımız var. Hep başaramadıklarımız.
Arzulayıp elde edemediklerimiz. Dönüp duran onca acının içerisinde bir küçük kukla rolü vermişiz kendimize ve acıyı nerede olursa olsun kabul etmiyoruz.
Dedim ya... Varoluşsal sancılara takılıp kalmışız. Gerçeği arayan kimse yok. Sorgulayan, fayda sağlamak isteyen kimse yok.
Eleştiriyoruz, tepki veriyoruz. Eleştiri hayatımız oluyor. Tepkiyi hayatımız ediyoruz. Tepkisiz yaşanmaz, eleştiri başarıya ulaşmak için merdiven basamağıdır. Bir hükümet nasıl muhalefetsiz ilerleyemiyorsa biz insanlarda maalesef eleştirilmeden başarıyı,tepki vermeden düzeni sağlayamayız.
Acaba her şeyin yanında bir de tüm bunları hayatımızın odağı yaparken kenara attığımız kendimizi de düşünmeli miyiz?
Tepkisiz yaşama, tepkiyi hayatın yapma. Eleştir ama hayatını bunun üzerine kurma.
Dedim ya... 15 yaşında 18 olmayı, 25 yaşında 18 olmayı arzuluyoruz. Ne gariptir ki insan arzuladıklarının esiri, kaçırdıklarının pişmanı oluyor. Ve esirken olduğu gibi pişman olunca da geçemiyor lodosun şiddetinden karşıda duran kendisine.
Bizler çok şeyi kaçırdık. Bizler çok fazla detayın içerisinde sorun edilecek ya da edilmeyecek çok fazla derdin arkasına sığındık. Şimdi sorsam sana neden yapamadın? diye bir sürü bahane sayarsın bana ve bu bahaneler aslında senin cevapların değil de beni ikna etme çaban olur.
Yapardım ama... Yapamadın. Ben ikna olsam bile senin gerçekten yapacağını bilsem bile, yapmadın.
Dedim ya... Herkes böyle. Sen de böylesin, ben de böyleyim. Acıyı ev sahibi edince misafir oluyorsun kendi evinde. Acı öyle bir ev sahibi ki, dilin damağın uyuşuyor, kendinden geçiyor, tüm olumlu yanları bir kenara atıyorsun. Çok canın yanıyor, çok acıyorsun. En çok da kendine.
Kendine acıyan insan, başkalarından şefkat bekler. Başkasından duymak istediğin her şeyi kendine söyleyebilecekken, söyleyemezsin. Aslında böyle değilmiş dediğin her pişmanlığı bir sırt çantasının içerisinde benim bunlarım var diyebilmek için her gittiğin yere sırtında götürürsün.
Acı öyledir ki, kurtulmak istediğin zaman yapışır bacaklarına ve bırakma beni diye ağlar. Ben üzülmüyorum dediğin her an içinde fırtınalar kopar. Herkes böyle. Fakat yok mudur hiç mutlu birisi? Yok mu beni kurtarabilecek birisi? Kapandım evime saatlerce ağladım, kimse bilmedi.
Kimsenin bunu bilmediğini fark ettiğin zaman anlarsın ki seni bu durumdan sadece sen kurtarabilirsin.
Derdini çözmek isteyen insanların dünyası olmaktan çok uzun zaman önce bu evren.Artık küçük bir maske takıp, farklı bir isim alıp, farklı bir kişi gibi mutlu davranmak isteyenlerin dünyası oldu.
Nasılsın?
İyiyim, sen?
İyiyim.
Bu kadar basit oldu "iyiyim" demek. Ama biz hep bir yerlerde bir şeyleri özlüyoruz.Hatırlamak için mi yoksa unutmamak için mi özlüyoruz bilmiyorum. Sırtımızdaki çantada taşıdığımız onca acıyı, ayaklarımız güçlensin daha dik duralım diye mi taşıyoruz yoksa ne kadar üzüldüğümüzü ispat edip geçmişi unutmamak için mi? Bilmiyorum.
Dedim ya... Hep yapamadıklarımız var. Hep başaramadıklarımız. İnsanlar acının esiri oldukları zaman kör olurlar, sağırlaşırlar, hissizleşirler. Kırık bir camdan kendine bakmak gibidir acı, paramparça ve binlerce anı. Fakat her şey acı mı?
Sahte gülüşlerin arasına sakladığımız onca "keşke" çok mu uzak bize? Acıyı ev sahibi yapınca insan mütevazilik etmezse eğer etrafında olup biteni görmek için yağmurlu bir akşam damlacıkların sokaktaki dansını izlemek için kafasını pencereden dışarıya uzatabilir.
Dışarıda olup bitene, gözünün önünde yaşanıp gidene tanık olur. Her sabah uyandığı zaman onun için doğmuş güneşin, ona fırsat tanıyan zamanın tadını çıkarabilir. Yapamadıklarımız, başaramadıklarımız hep vardır.Her istediğimi yapabilseydim eğer "ben" olabilir miydim diye sormalı insan kendine. Bugün buradaysan ona acıya dayanan sensin. Bugün buradaysan onca acıyı sırtında taşıyan sensin. Sana bunu kimse söylemedi, sana bunu kimse zorla yaptırmadı. İsteyerek yaptın ve seve seve taşıdın.
Tüm bunları yapmış olan insanın, mutlu olmaması garip değil mi? Sırtındaki yüklerden asla kurtulamaz insan. Hep yapamadıklarımız var. Hep başaramadıklarımız ama başardığımız ve hep yapabildiğimiz onca şeye de bir o kadar körüz.
Acı ayakta tutar insanı diyorlar ama gülümsemekte ilerletir. Başaramadıklarımız elbet bir gün olacak, yapamadıklarımız belki bir gün kendi ayağıyla bize gelecek ama yaşadığımız tüm bu zaman birkaç pişmanlık, birçok keşkeden daha kıymetli.
Acılar hep var ama mutluluğu da görmeye çalışmalı insan ve sahteleşmek yerine gerçekten gülmeye çalışmalı.
Dedim ya... Kabul etmeli insan. Gerçeğin peşinde, yalanların içerisinde yaşıyoruz. Bizler yanılmadan öğrenemeyenleriz. Bizler deneyimlemeden tam olarak inanmayanlarız.Bizler ikna edilmek için dinlemeyen fakat ikna edilmek istediği zaman dinleyenleriz. Hepimiz farklıyız ama hepimiz aynıyız. Kabul etmeli insan. Her şeye rağmen "ben" olmak üzereyim. Her zorluğa rağmen "ben" olmak üzereyim. Bizler rüzgarda toz taneleri değiliz.
Bizler istemediğimiz zaman kumsaldaki kimsenin yerinden kıpırdatamadığı kaya parçalarıyız ve dertler, acılar, pişmanlıklar, aklınıza gelebilecek her şey... Rüzgar estiği zaman üzerimizden uçup gidecek toz taneleridir…
Demeyeceğim artık çünkü dedikçe anlatamıyorum bazen kendimi ama tek tesellim "tanıyorum kendimi".
Sen de tanı kendini ve gül, gülümse çünkü her şeye rağmen ne zaman istersen kaldırırsın kendini kumsaldaki kayayı kaldırır gibi.
Ve dans edersin sabaha kadar ay ışığında mutlu olmak için.
Nice danslara, mutlulukla…